Bu Blogda Ara

27 Temmuz 2011 Çarşamba

Ayvalık - Midilli - Sakız - Yunanistan ve Balkanlar

Balıkesir Motosiklet Festivali sonrası Ayvalık'ta biraz dinlendikten sonra Midilli adasına geçmek için hazırlıkları tamamlayıp bileti aldık. Kişi başı tek gidiş 20 €, gidiş-dönüş 30 €; motosiklet tek gidiş 25 €. Jale Lines a 65 € bedeli ödedikten sonra, Cunda Lines daha ucuz dedi birileri :sinir Fazla sinirlenmemek için hiç araştırmadım.

Gemi 8:30 kalkıyor, 1 saat önce gelin dediler. Biz de 7:30 da limandaydık. 7:45 gibi içeri ilk girenlerdik ama Gümrük Kontrol memuru gelmemişti daha. Zaten gelsede fark etmeyecekti, pasaport polisinin önünde bekleyenler en az 1 saat geciktirecekti bizi.







Sıcak olacağını bildiğimden motosiklet pantalonunun altına şort giydimdi. Şortla kalınca, ama çizmeleri çıkarmayıncaen yeni yaz motosiklet kreasyonu oluştu:

Kontrol memuru 8:30 gibi geldi, işlemler 15 dakika sürdü. Bu arada Yeşil Sigorta kartını sordu memur. Ben sigorta acentamdan yaptırdımdı, onlarda bana düz poliçe kağıdına yazılı bir şey yolladılar. Memur onu görünce: "Bu olmaz sorun çıkarırlar Yunanistan'da" dedi. Gerçekten de sorun oldu, halletmek uzun sürdü. Siz eğer acentadan alırsanız, kesinlikle orijinal olanı yani yeşil renkliiyi isteyin. Hologram bandrol filan var.
Gemiye binerken
Gemi 10:00 gibi kalktı ve 100 dakikada Midilli adasına vardı. Gümrük işlemleri sonrası hafif yön bulma sorunları yaşadık :)
Selda'nın arkadaşları da bizimle geldiğinden önceden bir optel ayarlamıştık. Biraz fazlaca lüks ve fiyatı 3 kişi 2 gece 260 €. Bundan sonra gittiğimiz yerde oda aramaya karar verdik, otelin hemen yanında ROOMS TO LET 45 € 2 kişi günlük.

Midilli'de 3 gece kalıp Chios (Sakız) adasına devam etmeye, opradan da Yunan ana karaya yani Pire'ye gitmeye karar vermiştik.

Midilli Girit ve Rodos'tan sonra Yunanistan'ın 3. büyük adası. Yollar kaymak gibi asfalt ve virajlar çok zevkli. Adada binlerce motosiklet var ve sürücüler motorlara acaip saygılı. Kavşaklarda motoru görünce duruyor ve bekliyorlar. Gözlerim yaşardı ve belki bir gün Türkiye'de de böyle olur diye ümitlendim.

Geldiğimiz gün hemen motor ve Rent-A-Car ile bize tavsiye edilen yerlere gittik. İlk gün dağ şehri Aglassos'a ve Plomari görülmeliydi.
Şehirlerin aralarındaki yol haritada kötü tanımlandığından asfalt yol bitti, toprak başladı. Risk almamak için Selda arabaya topcase ile bindi, ben de hafiflemiş motosikletle rahatça yoldan geçtim.
Plomari
Ertesi gün adanın Kuzey-Batısında Sigri şehri yakınında bulunan Taşlaşmış Ormanı görmeye motosikletle gittik. Milyon yılönce tüm bir orman çamuırlar altında kalarak fosilleşmiş. Burayı sıcakta gezdikten sonra meşhur Skala Eresou plajına gittik. Adanın ismini meşhur eden şair kadın Sappho burada doğmuş ve kadın homoseksüelliği üzerine yazılar yazmış. Bu yüzden bu plaj da meşhurmuş. Restoranlar sıra sıra tabii ki...

Buradan dağ yollarından virajlı bir yolculukla geri döndük ve ertesi gün Sakız adasına geçmek için bilet aldık. Kişi başı 14 € salon, motor için 6 €. Salon için 1 € fazla verdik ama gerekmezmiş herkes salona sorgusuz girebiliyordu.
Sakız adasına yolculuk 3 saat sürdü. İnince ilk iş motoru park edip yatacak yer aradık. Midilli gibi kaliteli yerler yoktu ama şansa tam limana bakan, banyo oda dışında olan güzel eski bir bina bulduk. Manzara muhteşemdi ama hafta sonu olduğundan ve bütün eğlence mekanları limanda olduğundan saat 3 e kadar bağırtı ve böğürtüleri çekmek zorunda kaldık. Motosikletçi olmanın avantajı oldu tabii, yolda kullandığımız ses koruma kulaklıkları çok işe yaradı :) Oda fiyatı 35 €, kahvaltı yok.
Oda konusu hallaolunca, hemen Pyrgi ve Mesta şehirlerine gittik. Bu sefer sıcağa dayanamayıp korumalı ceket ve pantalonları giymedik. V-Strom yelek ve sırt koruma vardı ama... Yollar Midilli kadar kaymak değil ama yine de çok iyi durumda. Viraj bol, manzara güzel, sakız kokusu özellile akşam saatlerinde duyuluyor her yerde.
Yolda sakız ağacı tarlaları bolca vardı. Tam mevsimi olduğundan damlayan sakızları bol bol görebildik. Ağaçların altına beyaz bir kum seriyorlar, damlalar kirlenmesin diye. Sonra havada sertleşen sakızlar toplanıyor.
Ertesi gün Pireaus (Pire-Atina) gemisi gece 00:40 da kalkacağından günü biraz da deniz ve plaj olarak değerlendirelim dedik. Tabii yine virajlı yollarda sürmeden olmazdı.
Emborios sahilinde siyah volkan taşlı plaj olduğunu duymuştuk. oraya gittik. Ayağım kumlanmadan denize girebildim :)
Akşam güzel bir tavernada yemek yiyip, gemiyi bekledik. Hareket saati 00:40 denmişti, gemi 00:20de geldi. İlk olarak motosikletler girdi. İnişte de öncelik motosiklerdeydi :) Ben yine 1 saat gecikeceğiz diye düşünürken, gerçekten de 00:40 kalktı gemi. Biz koltuk almıştık 6 saat yol gideceğimizden, bu sefer gerekliymiş gerçekten de. Numaralı olmasa yer bulamazdık yatanlardan.
Yarım yamalak uyuyarak 6 saatte gldik Pire'ye.
Kıyafetleri giyiyoruz otele gitmek için. Oteli internetten ayarladım, şehir merkezinde 4 yıldız 55 € kahvaltı dahil. Oteli görünce yine şanslı olduğumuzu düşündüm, o fiyata imkansızdı orayı almak. İnternetten otel bulmakda hep şanslı olmuşumdur. Genelde son gün düşük fiyat koyar oteller, boş kalmasın oda diye. Oda bulamama riskine girerseniz, çok ucuza bulunabiyor değerli odalar. Atina gibi büyük bir kentte odasız kalacağımı düşünmediğim için plan işledi.
Pire'den otele yolumuzu GPS ile çok kolay bulduk. Otele 8:30 gibi grldiğimizden oda hazır değildi. Biz de motosikleti kapalı otoparka koyarak hemen Atina'yı gezmeye başladık. Metro ile 2 istasyon giderek (24 saatlik bilet 4 €, tek bilet 1,70 €) Acropolis'e vardık. Müze Pazartesileri kapalı olduğundan, onu ertesi güne bırakıp, Akropol'e çıktık.

Öğlen otelde odaya yerleşip, Arkeoloji Müzesine gittik. İlgilenenler için kaçırılmaması gereken bir müze.

Akşam yemeği en pahalısıydı şimdiye kadar yediklerimiz arasında. Atina adalardan daha pahalı tabii ki, bir tek benzin daha ucuzdu 1,65 €.

Ertesi sabah Yeni Acropolis Müzesini gezdikten sonra Delfi şehrine yola çıktık. Atina çıkışı ve yolun ilk bölümü kamyonlar nedeniyle zevksiz ama ondan sonra dağ yolları çok güzel. Delfi kentine vardığımızda müze kapanmıştı ama sit alanını gezebildik. Bölgenin en önemli antik kehanet merkezinde Apollon tapınağı ve çevresi çok ilginçti.

Delfi dik bir yamaçta kurulu ve manzara muhteşen. Onlarca otel ve pansiyon var. Güzel görünen manzaralı birinde 35 € kahvaltı dahil kaldık.
Ertesi sabah erkenden müzeye gidip gezdik. Yüzyıllarca kurban olarak verilen/bağışlanan malzemeler çok ilginç ve güzel. Müze gezisi sonrası Meteora Manastırlarını görmek için yola çıktık. Otelimizi yine hemen bukduk. Kayalara bakan balkon ve sevimli bir banyo.

Ertesi gün Makedonya'ya geçmek üzere uyuduk...
Meteora'dan çıkmadan önceki gün geç kalıp göremediğimiz en büyük manastırı ziyaret ettik. 280 basamak çıkıp indik ve keşişlerin hayatını daha yakından tanıdık.
Saat 10:30 gibi yola çıkıp kuzeye yöneldik. Amacımız Florina şehrinden Makedonya'ya geçip Ohrid şehrinde konaklamak. Haritada görünmeyen yeni yapılmış bir otoyolda 40 km kadar sürüş yaptık ve sınırı geçmeden dinlenmek ve benzin almak için Kastoria şehrine saptık. Benzincide bir de ne göreyim... Bir süslü V-Strom duruyor kenarda. Vitrinde de bir V-Strom logolu T-Shirt ve Şapka.
Kimin filan diye sorunca, patronun olduğunu öğrendim. Elemanlar çağırdı kendisini ve tanıştık. V-Strom Kastoria klubündenmiş kendisi. Bana 2 şapka ve 1 t-Shirt verdi, ben de yeleğimin göğsündeki V-Strom Türkiye batchini söküp verdim kendisine. Böyle durumlar için bir kaç hediyelik malzeme almalı yanımıza diye de aklımın bir köşesine yazdım.
Daha sonra Florina üzerinden sınıra varıp Makedonya'ya geçtik. Sınır geçişi çok rahattı, 10 dakika filan sürdü. Pasaportları ve yeşil sigorta kartını sordular sadece.
Buradan direkt Ohrid şehrine devam ettik. Bu arada Avrupa Birliği paralarının Yunanistan'a ne kadar yaradığı açıkça görülebiliyor. Makedonya'da yollar birden değişti. Yunanistan'dan alıştığımız kaymak gibi asfalt yok burada, daha çok bizim yollara benzer bir kaplama var. Sürücüler de Yunanistan'daki gibi özenli değil motosikletlilere. Ama civar temiz ve insanlar sevecen.
Benzin fiyatı 1,22 €. Ama benzin alırken ilk defa benzincinin karttan çekerken kazıklamaya çalıştığını gördüm. Artık buna dikkat etmek gerekiyor.

Ohrid şehrine akşamüstü vardık. Daha önce buraya gelen bir arkadaşımın tavsiyesine uyarak, ilk ışıklarda kenara çektim. Hemen bir kaç kişi yanaştı ve "oda istiyor musunuz?" diye sordu. Yine aldığım bilgiye göre en fazla 20 € (kahvaltı hariç) vereceğimden, uygun teklifi sunan birini takip ettik, odayı görmek için. Bir evin odasıydı ama pek basit döşemişti. Motosiklet için garaj vardı ve saat de geç olduğundan olur dedik. Şimdiye kadar kaldığımız en basit odaydı.
Akşam bir kasap dükkanının yanındaki lokanda da sucuk ve salata yedik :) Sabah limanı ve eski şehri gezmek için sahile gittik. Burada yine onlarca oda kiralayan yer gördük. Yani hiç acele etmeye gerek yokmuş, burada daha kaliteli ve kahvaltı dahil bir yeri biraz daha fazla paraya bulabilirmişiz. Hem akşam kalede gezer, hem de kahvaltı aramak zorunda kalmayacağımızdan, daha erken yola çıkabilirdik böylece.

Her neyse Arnavutluğa doğru yola çıktık. Tavsiyeler üzerine Arnavutluk'ta konaklamayacak, hemen Karadağ sınırına doğru sürecektik.

Elbasan şehrinde su molası verip, dağ yollarından Tiran'a sürdük. Yollar burada daha da kötüleşti. Çok dar dağ ve dik yolları, karşıdan gelen dikkatsiz sürücüler ile birleşince ortalama hız çok düştü. Zaten yüklü ve ardcılı DL650 biraz zorlanıyor bu rampalarda, sürekli 1. ve 2. vites ile sürmek gerekiyor.

Tiran şehir içi korkunçtu. Sıkışık ve arap saçı trafik, GPSin yeni yolları bilmemesi ile birleşince bayağı ter attım İyi ki Makedonya'da güzel haritalar bulup almıştım.

Tiran sonrası daha iyi yol ama sürücüler aynı, çok dikkat etmek gerekiyor. Zaten Balkan'larda galiba hep bu aşırı dikkat gerekecek.

Karadağ sınırına gelmeden mola verdiğimizde Kosova'lı bir vatandaşla tanıştık ve bize iki fikir verdi. Biri "sınır çok kalabalık, ama siz motosiklet olarak öne geçin" dedi, ikincisi ile "Karadağ'da Ulcinj şehrinde kalın daha ucuz" dedi. Sınıra geldiğimizde 1 km sıra vardı. Biz ufaktan yandan geçip kontrol noktasına gittik. Bizi gören memur hemen arabaları kenara alıp, yol açtı. Pasaportları çıkarıyorduk ki, "geçin geçin" dedi. Biz neye uğradığımızı anlamadan sınırdan 2 dakikada geçtik. Diğer tarafta ise 2 km sıra vardı. Anladık ki Avrupa'da tatil nedeniyle Kosova'lılar, Arnavut'lar, Sırp'lar filan hepsi buralara geliyor. Yollar çok kalabalıktı. dar ama güzel yollardan Ulcinj'e vardık. Bir gecelik oda bulmak tatilciler yüzünden neredeyse imkansızdı. Zar zor 30 € ya kahvaltısız bir oda bulduk. Şehir tam tatil zamanı Kumburgaz şeklindeydi. Çok kalabalık, kalitesizlik diz boyu ve pis. Kosovalı'nın ikinci tavsiyesi iyi değildi anlaşılan. :sinir
Ulcinj çok sevmediğimiz bir şehirdi, yola devam edip daha güzel yerleri görmeye çalışacaktık.

Önümüzde önce BAR var. Eski şehir kıyıdan uzakta, bir dağ yamacında ufak bir yer.
Resim
Burada kısa bir süre kalıp yola devam ettik. Yol üstünde Sveti Stefan adası yanında denize girdik. Çok güzel bir konumda olan adada eskiden manastır varmış, şimdi lüks bir otel olmuş. İçine turizmci olarak bile giremedik, sadece misafirlere açıkmış.
Resim
Öğle saatlerinde Budva şehrine vardık. Burası meşhur bir tatil beldesi ve şehir kıyıdaki kale civarına kurulmuş.
Resim
Burada gecelemeden sonra (oldukça pahalı ve dolu) ertesi gün sahilden devam ettik yola. Özellikle Hırvatistan sınırına yakın iç deniz gibi görünen koy civarı, hem manzara, hem de motosiklet sürüşü yönünden çok doyurucu. Buradaki Kotor şehri, dağ yamacında kale içinde çok güzel korunmuş ve görülmeye değer.

Resim
Yolun devamında koy etrafında manzara gerçekten çok güzeldi.
 Resim
 Hırvatistan'a geçmeden sınırda saç kavurma yedik.
Resim
Sınırdan kısa bir sürüş sonrası akşam üstü Dubrovnik şehrine varıyoruz. Tepeden görüntü yine nefes kesici.
Resim
Dubrovnik yine liman ve kale şehri. Savaş sırasında büyük kısmı yıkılmış, yeniden kurulmuş. Ufacık kale çok iyi pazarlanıyor, binlerce kişi burayı görmeye geliyor. Civardaki kumsallar da tabii turist dolu. Akşam kaleyi gezdik.
Resim
Burada iki gece konaklayacağımızdan ve yüksek sezon olmasından uygun oda bulmak biraz zor oldu. Gece başı kahvaltısız 45 €, biraz şehir dışında.

Ertesi gün denize girip dinlenmeyi ve akşam güneş batarken de Sea Kayak yapmayı planladık. Sea Kayaklar biraz basitti ve rota yorucuydu ama motosikletten başka bir araç kullanmak hoş oldu.

Resim
Ertesi gün yine yollara düşüp Bosna Hersek yönüne sürüyoruz. Yol biraz garip. Sahilden giderken, Bosna'ya girip, 20 km sonra tekrar çıkıp yine Hırvatistan'a giriliyor, daha sonra daha ilerden kuzey-doğuya yönelip Bosna'ya tekrar giriliyor. Bir süre sonra da Mostar'a varılıyor.

Resim
Kaleler yine bolca
Resim
Mostar Saraybosna (Sarajevo) arası yol çok güzel, nehir kenarından dağ yamacında güzel virajlarla ve güzel bir asfaltla hiç sıkmadan geçiyor. Civar çok yeşil ve Alp dağlarını hatırlatıyor.
Saraybosna şehir olarak çok özel bir yer değil, çarşısı Mahmutpaşa, Tahtakale karışımı bir yer. Biz artık dönüş yoluna geçtiğimizden, burada bir gece konakladık. Ama gelmesek de olurdu dedik.

Sabah buradan Sırbistan'a doğuya yöneldik. Bosna sınırı civarında yol inşaatı ve haritayı yanlış yorumlamam nedeniyle gezide ilk defa yolumuzu şaşırdık. Anlamsız bir şekilde bir dağı orman içi toprak bir yoldan aşmak zorunda kaldık ve 1 saat kaybettik.
Sırbistan'da Niş şehrinde konaklamayı planlamıştık. Gecikme yüzünden otoyolda Niş sapağında bir otelde konaklamak zorunda kaldık. Genelde Alamancılar için Hürriyet gazetesi tarafından kuponla indirimli olan otel en kötü ve en pahalı konaklamamızdı. Pis bir odaya kahvaltı dahil 58 € ödemek zorunda kaldık. Sırbistan'ı sadece geçiş olarak planladığımızdan bir an önce çıktık ertesi sabah ve yeniden Makedonya'ya geçip Üsküp'e uğradık
Resim
Şehir meydanını yeni düzenliyorlar, Büyük İskender heykeli ortada, diğer heykeller yanlarda, bitince güzel olacak.

Akşamüstü Selanik'e vardık, sahili ve meydanları gezdik. Sabah Atatürk'ün doğduğu evi ziyaret ettik.
Resim
Daha sonra Kavala'ya sürüp, buradan Thassos (Taşöz) adasına geçtik.
Resim
Thassos adası çok güzel kumsalları olan, turizm tarafından pek keşfedilmemiş bir ada. Sakin denize girerek biraz dinlendik.

Ertesi gün Aleksandropolis'te (Dedeağaç) konaklamak için adayı terk ettik. Aleksandropolis de yine odalar dolu ve pahalıydı, anlık bir kararla sınırı geçip Türkiye'ye girmek üzere yola çıktık.

İpsala kapısında en uzun bekleme süresini yaşadık. Geceleme için Keşan'a devam edip güzel bir otelde ucuza uyuyup, ertesi gün Tekirdağ üzerinden İstanbul'a vardık.

Tekirdağ'da köfte yerken bir baktım ki park bekçisi motoru yıkıyor. Halbuki gezi sonrası motosikletin önden resmini çekmek istiyordum, ancak ayna ve elcik korumaları temizlemeden yetişebildim :)
İstanbul'dan 08 Temmuz çıkıp, 07 Ağustos tekrar geri döndük. Toplam 4.380 km (bunun 3.730 km si yurtdışında) yol yapıp, 8 ülkede motosiklet sürmüş olduk.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder